Perşembe, Aralık 22, 2005

düğün..

Açık pencereden, odasına sızan yağmuru izliyordu; yatağına oturmuş. Düşüncelere dalmıştı, aklı karmakarışıktı. Bir türlü ne yapacağına karar veremiyordu. Odasının önünden geçen yabancılar, sanki müzeye doluşmuş bir grup turistmişcesine, ona hayret ve heyecanla bakıyorlardı. Sinirle oturduğu yerden kalkıp, kapıyı gürültüyle kapattı.
Birkaç saniye sonra kapı açıldı ve babası odaya girdi. “Ne yapmaya çalışıyorsun?” diye sordu. Kız ağzını açtı bir şeyler söylemeliydi, söylemek istediği binlerce şey vardı, ama konuşamadı işte. Ağzını açtığı anda gözünden yaşlar boşaldı, hüngür hüngür ağlamaya başladı kız. Babasının yüzünde küçücük bir an için bir hüzün belirdi ve kayboldu, kızına dönüp “Hadi artık hazırlan, misafirler bekliyor.” dedi.
O anda kızın gözyaşları çığlıklara dönüştü. Babası kapıdan çıkarken, o çığlık çığlığa bağırıyordu; “Bana bunu yapma baba… o adamı sevmiyorum!” diye. Babası dönüp kızına yarı şevkat, yarı sinir dolu gözlerle baktı ve işaret parmağını dudağına götürdü. “Sus meleğim. Benim için, babacığın için sus bugün.”… Kız oturduğu yerden kalktı, gözlerindeki yaşları sildi, babasının yanağına küçük bir öpücük kondurdu ve odasının kapısını kapatıp hazırlanmaya başladı.
***
Kız yüzünde -her halinden anlaşılan- o sahte gülümsemeyle merdivenlerden aşağıya indi, üzerinde doğduğu günden beri hayalini kurduğu o bembeyaz, masum gelinlikle. Yapayalnız hissediyordu kız kendini, etrafındaki onca kalabalığa rağmen.
Babası merdivenlerin tam altında kızını bekliyordu. Kız babasının yanından geçerken “Ne yapacağımı biliyorum, sakın üzülme babacık…” dedi. Babasının yüzü aniden asıldı, sonra yanındaki adam birşey sorduğunda gülümseyerek ona cevap verdi, ama aklı kızındaydı… ne yapacaktı acaba? Neden öyle söylemişti? Anlayamamıştı ama hayatında belki de ilk defa korkmuştu adam…
***
Gelin ve damat masaya oturdular, şahitler yerlerini aldı, kızın babası karşıdan heyecanla kızını izliyordu (bir yandan da dua ediyordu, “Tanrım lütfen kötü bir şey olmasın…” diye) ve nikah memuru sorularını sordu. Önce kıza “…kabul ediyor musun?”. Kız elinde sımsıkı tuttuğu çiçeğini masaya bıraktığında, bembeyaz masaörtüsü kırmızıya bulandı ve cevap verdi “Hayır, asla.”, sonra da babasına dönüp “Babacık sana bu adamla ölürüm de evlenmem demiştim, ama beni ciddiye almadın. Belki de bütün bu olanlar senin suçun.” dedi ve elinde dakikalar, belki de saatlerdir sıkmaktan, avucuna saplanmış olan jileti çıkartıp boynunu bir uçtan bir uca boylu boyunca kesti. Babası kızına doğru ağlayarak koşarken, kız yere yığıldı. Damat ve tüm misafirler şaşkın birbirlerine ve kıza bakarlarken, kız yerde babası ona sarılmış halde son nefesini verdi. Misafirlerin içinden bir yerlerden gelen boğuk bir ses; “Gördüğüm en berbat düğün buydu.” dedi ve kapının çarpılarak kapatıldığı duyuldu. O evde söylenen en son söz bu oldu.