Salı, Mayıs 27, 2008

Rüya

Herşeyi yavaş yavaş unuttuğunun farkına varmak (herhangi birine olabileceği kadar) korkutmuştu onu...
Korkusunun çok daha fazla artmasının sebebi ise, aslında hiçbirşeyi unutmamış olmasıydı... yalnızca aklının derinliklerinde olduğunu sandığı onlarca anıya sahip değildi aslında... Onların yerine yüzlerce başka şey anımsıyordu, yaşamadığına yemin edebileceği bir sürü andan oluşan. Bu çözmek zorunda hissettiği problemlerden yalnızca bir tanesiydi üstelik... Sanki hayatı bir başkasınınkiyle yer değiştirmişti. Sanki uyumamış da ölmüş ve bir başkasının bedeninde yeniden dünyaya gelmişti. Üstelik de hatırladığı (ya da hatırladığını sandığı) zamankinden çok daha yaşlı olarak... Ne tür bir şakaydı bu? Böyle bir şakayı kim, nasıl yapabilirdi ki? Anlamsız binlerce soru aklını kurcalayıp durmaktayken masanın üzerindeki cüzdana gözü ilişti. Belki de burada bulacağı muhtemel kartlar, telefon numaraları, kimlikler ve fotoğraflardı onu heyecanlandıran...
Cüzdan elinde öylece kalakaldı bir müddet... Ta ki heyecanının yerini korku alana dek... Bir anda cüzdanı gerisin geri masaya bıraktı ve kapıyı açıp çıktı o tanımadığı evden... Merdivenleri hızla indi ve kapıyı açtı... Sokağa şöyle bir baktığındaysa unutmamış olmayı umduğu, fakat hatırlamakta güçlük çektiği sokağında olduğunun farkına vardı. Evini bulmak için, nereye gideceğini çok iyi biliyordu... Ancak bu berbat şakayı kendisine yaptığını düşündüğü kişi, ya da her neyse o 'şey'den kaçmak ister gibi koşmaya başladı... Koşarken az önce aynada gördüğü altmışlı yaşlardaki adama göre oldukça iyi koşabildiğini fark etti... Üstelik attığı her adımla birlikte aklında unuttuğunu sandığı şeylerden biri daha beliriyordu.
Evinin ön kapısına geldiğinde neden koşturup durduğunu sordu kendine, fakat anımsayamadı... İçeri girdi, kapıyı kapattı ve bir bardak su almak üzere mutfağa yöneldi. Evin içerisinde ilerlerken birden aynaya bakmak için çok güçlü bir istek duydu ve döndü, sağında duran aynaya doğru... Aynadaki yüzü tanınmaz haldeydi... Gözleri yuvalarında uğramış, müthiş bir korku ve endişeyle soru sorar gibi bakıyordu... Oysa hiç endişe ya da korku hissetmiyordu kendisi. Aynaya yaklaşıp gözlerindeki kızarıklığa bakmak istediği sırada, aniden ayna paramparça oldu ve oldukça yaşlı, kan revan içerisinde bir çift el başını iki yandan sımsıkı kavradı... Duvarın gerisinden gelen histerik bir ses, "Sakın unutma!" diye adeta çığlık atarken, kan ter içinde uyandı, yatağında doğrulup "ne rüya ama..." diye homurdandı ve yüzünü yıkamak üzere banyoya doğru gitti, gülümseyerek...

Pazartesi, Mayıs 12, 2008

hayat...

Hayat... kocaman, aptal bir şakadan ibaret çoğu zaman. Hakemlik yapmaya zorlandığınız seyircisiz, oyuncusuz bir basketbol maçı gibi... Düpedüz bir yalnızlık, tek sahip olabileceğiniz... Maçın sonucu, kimin kazandığı bilinemez; tek gerçek, sizin kaybedeceğinizdir...
Tek kişilik bir tiyatro gösterisidir, her bir yaşam... Her yaşamın tek oyuncusu, tek seyircisidir de aynı zamanda... bazen gülümseyen, bazen kahkahalara boğulan, bazen ağlayan, bazen ayakta alkışlayıp, bazen memnuniyetsiz kalan...
Yaşarcasına okunan her kitap kendi öz yaşantınızdan ibarettir... Sevdiğiniz her bir kişi sizin gözlerinizle size bakar... Yanan her ateş sizin nefesinizden çalar...
Her bir yaşam eşsiz birer yalnızlık öyküsüdür, anlatılmaya çalışılan... Korkma! Çünkü, yalnızlıktan değil, yaşamaktan korkuyorsun aslında...
Gülümse, öyleyse... Çünkü, hayat... kocaman, aptal bir şakadan ibaret çoğu zaman.

öpücük...

bazı şeyleri hiç bilmemek güçlü kılabiliyor bazen beni... yani gerçekten, bazılarını hiç öğrenmemek, hiç bilmemek en iyisi... hani olur ya, sormaya korkarsın 'ya öyleyse gerçekten de..' diye...
bir şeyden vaz geçebilmenin en iyi yolu hiç öğrenmemen gereken o hususta hiç bir soru sormaksızın, gerçekten de öyle olduğuna inanmaktır bazen... evet, karanlık bir düşünce farkındayım... ve evet, ben pesimist doğanlardanım... şanssız olanlardan sadece biri...
***
birşey oldu eve dönerken... gecenin bir yarısındayız ve evime doğru yol almakta olan taksinin arka koltuğunda oturmuşum, sanki biri ölmüş gibi oldu aniden, ağlamak istedim orada, öylece... geceleri yolların boş ve karanlık hali duygulandırır beni hep, evet ama bu defa farklıydı, gerçekten. nedenini, nasılını bilmiyorum, bilmek istediğimden de pek emin değilim aslına bakarsanız. zorladım kendimi eve varana kadar kendimi tutabilmek için...
sonra evimizin sokağına girdiğimiz sırada, başka bir apartmanın kapısı önünde oturmuş iki kişiye gözüm ilişti ve o an taksiden inip onlardan birine (hangisi olduğunun bir önemi yok, herhangi birine) sarılıp ağlamak istedim... oysa nefret ederim tanımadığım insanlar önünde göz yaşı dökmekten... ama o an tahmin dahi edemeyeceğiniz kadar (ki o ana kadar böyle birşeyi ben de asla tahmin edemezdim) yoğun bir istek duydum bunu yapmak için...
***
şimdiyse tek istediğim bir tek öpücük, buna inanın. öyle uzun uzadıya, delice birşey değil... sadece küçük bir öpücük... yazdığım onlarca öyküye, masala ve yüzlerce şiire... yüzlercesini yazdım, pek çoğunu tek bir geceye sığdırarak... hepsine işte, bütün o yazdıklarıma... herşeyin anlamsızlığına ağlıyorum... bütün çabamın büyük bir hata oluşunun farkına vardığım bu anda, herşeyi yakıp, yıkmak değil istediğim... sadece küçük bir öpücük... sonrasında hiçkimsenin bir diğerinden, hiçbirşey beklemeyeceği türden, hani kardeşçe, hani insana ben buradayım seninle diyecek türden... masum işte, daha nasıl anlatılır? sadece masum küçük bir öpücük tek istediğim...
***
geceleri boş yollar demiştim ya beni hep duygulandırır diye... onun sebebini düşündüm bu yazıyı yazarken ve buldum, maalesef...
bir zamanlar yanımda olduğuna kayıtsız şartsız inandığım, bir zamanlar gerçekten de yanımda olan bir adam vardı, adına baba diyorduk iki kişi... o zamanlar ayrılık yeniydi, haftasonları onunla kalırdık... sonra pazar geceleri bizi eve bırakırdı, arabanın arka koltuğu yine, yine karanlık ve boş yollar, yine ayrılık... her hafta yine, yeniden ayrılırdım o adamdan ve her hafta bir öncekinden daha da zor gelirdi bana inanın... o zamanlarda yollarda hep trafik olmasını dilerdim, ya da arabanın bozulmasını... ki biraz daha kalabilelim birlikte...
baba sıcaklığı ne garip şeydir... onsuz asla yaşanmaz sanırsınız, yanlış, çok yanlış bir düşünce... yaşanıyor... aylarca sesini bile duymadan (bazen duymak bile istemeden) yaşanıyor... yaşanabiliyor... baba kelimesi bile güven verir insana, öyle değil mi? nerede, ne yapıyor acaba şimdi benim babam? kimbilir... ben gerçekten de tapardım babama, her küçük kız gibi... ne oldu, nerede, nasıl kaybettik bütün bunları sakın sormayın... o bile sorsa anlatabileceğimden emin değilim... bu sonsuza kadar benim içimde yaşayıp, benimle birlikte kaybolacak bir giz olarak kalmalı... yalnızca söyleyebileceğim bir tek şey var bu gece tüm dünyaya, tüm evrene... ben kaybettim içimdeki baba güveni, sıcağı ve inancını... ve kıskanıyorum, kendi kardeşlerim dahil, babalarıyla bağırış çağırış, kavga dövüş de olsa sevgiyle, şefkatle ve saygıyla yoğrulmuş bir ilişkisi olan herkesi... babamı çok özledim! ben o çok eskilerde kalmış olan sevgili babamı çok özledim! onun yüzüne baktığımda, içimde hissettiğim sıcacık kocaman sevgi ve güven duygusunu çok özledim!
***
sadece küçücük masum bir öpücük istiyorum şu anda...