Cuma, Haziran 11, 2010

Panik

Vapurda takip ediyorlardı beni, keza sokaklarda dolaşırken de öyle... Eve gittiğimdeyse karşı binadan beni izlediklerini gördüm. Amaçları neydi, neden peşime takılmışlardı bütün bir gün boyunca, bilemiyordum...
Kimsenin işine karışan, kimsenin canını sıkan birisi de değilimdir üstelik... Onlarcasını peşime takmak isteyecek kadar kızdırdığım kişi kim olabilir? Ah! Belki de o adamdır. Ziyadesiyle sıkıntılı ve düşünceli görünüyordu o parkta otururken. Hem yanında da onlardan vardı, üstüne üstlük çok da kalabalıklardı. Yanına gidip bütün bu bağırış çağırıştan rahatsız olup olmadığını sorduğumda yüzüme bile bakmamıştı. Belli ki dostlarına hakaret ettiğimi düşünmüş olmalı diye özür de dilemiştim kendisinden oysa. Ama özrümü kaile almamış olsa gerek. Lanet olsun! Ne kadar da boş boğazım.
*****
Mutfak penceresinden onları, onların beni izleyişini gözlüyordum yemek yediğim esnada... Oturma odasında kitabımı okurken de öyle. Bütün bu olanlara hiç bir anlam veremiyordum. Gece yatağıma gitmeden son kez baktığımda, hala karşı binadan beni izlemeye devam ediyorlardı. Yapacakları herhangi bir saldırıya karşı hazırlıksız olmak fikri neticesinde duyduğum tedirginlik zihnimi öylesine zorladı ve meşgul etti ki, bütün gece uyuyamadım. Aslında gece onlara baktığım son bir kaç sefer uyuyor gibi görünüyorlardı. Ama elbette buna güvenecek değildim. Öyle ya, efendilerinin (ya da dostlarının, her neyse...) canını sıkmıştım, üstelik de bizzat kendilerini kötüleyerek. Tanrı’m keşke o sözcükler ağzımdan hiç çıkmamış olsaydı. Kendilerine göre kızmakta oldukça haklı sebeplere sahiptiler. Oysa ben onlara karşı herhangi bir düşmanlık beslemiyordum... beslemiyorum.
Gün doğarken, günün ilerleyen saatlerinde karşılarına çıkıp, onlarla yüzleşmeye karar vermiştim ki, tam da o sıralarda sızmış olmalıyım. Yatak odamda, pencerenin önündeki kanepede uyandığım esnada günün öğle saatleri epeyce geçmişti. Neredeyse akşam olmak üzereydi. Eğer onların karşısına çıkacaksam bunu bir an evvel yapmalıydım, zira alacakaranlıktan sonra karşılaşmamız fikri ensemdeki tüylerin ayaklanmasına sebep oluyordu.
Balkon kapısına geldiğim sırada içlerinden birinin çığlığa benzer bir sesle kahkaha attığını işittim. Bu ses öylesine soğuk ve korkutucuydu ki uzunca bir an kapının önünde öylece kaldığımı sanıyorum.
Kendimde biraz hareket edebilecek gücü bulduğum an hemen ceketimi ve ayakkabılarımı giyip evden çıktım. Duyduğum kahkahadan sonra onlarla yüzleşmek istemediğimden emindim. Bu sebeple de dostları, pek konuşmayan ve büyük olasılıkla bu yaratıkları peşime takan adamı görmem gerektiğine karar verdim.
Yol boyunca yine beni izlediler, çoğunlukla sessizdiler, ama zaman zaman içlerinden biri o korkunç kahkahalardan atıyordu. Onlardan korkuyor oluşum belli ki kendilerini çok eğlendiriyordu. Vapurda bu kez havanın güzelliğine inat edercesine içeri oturdum. O lanet olası yaratıklardan bazıları ise bana en yakın pencerenin önüne kadar gelip her bir hareketimi izliyorlardı.
Bir süre daha bu kovalamacayı sürdürdükten sonra, önceki gün sessiz adamı gördüğüm parka ulaştım. Pek ümidim olmamasına karşın adamı hala aynı yerde –tam olarak önceki gün bıraktığım noktada– otururken buldum. Ben de gidip sessizce yanına oturdum ve sıkıntımı anlatmaya koyuldum ;

-Hala buradasınız...
-......
-Şey, şu arkadaşlarınız... Yani gerçekten can sıkıcı ve korkutucu olmaya başladı...
-......
-Ben söylediklerim için... herşey için çok üzgünüm... Lütfen söyleseniz ve geri çekilseler.
-......
-Benim hiç kimseyle bir alıp veremediğim yok bunu anlamalısınız... Ne sizinle, ne de dostlarınızla... Sadece boşboğazlık ettim... Hepsi bu...
-......
-Pekala, siz düşünün ve kararınızı verin öyleyse... Ben, gerçekten, özür dilerim. Hoşçakalın.

*****
Konuşmamızın üzerinden tam yirmi yedi gün geçti ve martılar hala zaman zaman gelip beni kontrol ediyorlar. Artık aldırmıyorum onlara ve histerik kahkahalarına. Çünkü, şimdi anlıyorum ki yalnızca çılgın zihinlere sahipler. Üstelik o adamda da garip bir şeyler vardı. Yani, bir insan nasıl olur da bu kadar sessiz olabilir ki? Tıpkı bir heykel gibi...
Şimdi tüm o olup bitene anlam yüklemeye çalışmıyorum. Düşündüm de, aynı anda hem kahkaha, hem de dehşetengiz çığlıklar atmayı başarabiliyor martı denen yaratıklar. Deliliklerine veriyor, hallerine gülüp geçiyorum...

1 yorum:

Unknown dedi ki...

atrefact - nisan 2009 sayısında yayınlanan öykü...