Cuma, Haziran 11, 2010

Rehber

Karanlıkta oturuyordu. Dikkatini çeken sese doğru döndü, fakat pencereden içeri süzülen zayıf ışık huzmesi üzerinde oynaşan birkaç gölgeden başka hiçbirşey göremedi.
Yalnız olduğundan emin olmak için kalktı, etrafı dolaşmaya başladı. Oturma odasının boş olduğundan emindi, bu yüzden buradan pek de dikkat etmeden ayrıldı ve hızla bitişikte bulunan mutfağa girdi. Mutfakta da kimse olmadığına kanaat getirince, hole kafasını uzatıp dikkatle baktı. Kendi kıstaslarına göre boşluğa yeterince baktıktan sonra, sırasıyla banyo ve yatak odasını da inceledi.
Bunca araştırma neticesinde evde yalnız olduğuna ikna oldu ve tekrar oturma odasına döndü. Geniş kanepeye uzandı ve kitabını eline aldı. ‘Stephen King’in “Cep” isimli romanını okuyordu. Piyasaya çıktıklarından beri cep telefonları onu hep irrite ediyordu, bu yüzden de bu kitap çok ilgisini çekmişti. Kitabı okumaya başladığından beri de, cep telefonlarına karş duyduğu bu korku biraz daha artmıştı. Kaldığı yeri bulmak için koyduğu ayraçı tutup sayfayı açtı ve daha önce bıraktığı yerden okumaya başladı. Bir iki cümle kadar okuyabilmişti ki, bir ses daha duydu. Bu kez duyduğu ses daha anlaşılırdı. Ses devam ederken, iyice anlaşılır bir hal aldı ve gayet net bir cümle duyuldu,
“Korkman gereken şey bir kitap, ya da bazı makinalar değil.”
Sesin geldiği yöne bakarken aklını kaybettiğini düşünüyordu. Odada kendisinden başka kimsenin olmadığından emindi. Ama yine de bakmaktan kendini alamadı. Baktığı yerde gördüğü şey neticesinde irkildi. Çünkü eve bir karga girmişti. İşin asıl ilginç noktası ise karganın koltukta oturuyor gibi görünmesiydi. ‘Tanrı’m aklımı oynatıyorum. Koltuğumda bir kuş oturuyor ve benimle konuşuyor.’ diye düşünmüştü ki, sesin cevabı gecikmedi,
“Evet! İşte bu, korkman gereken, o ismini andığının ta kendisi olmalıydı.”
“Tanrı mı?”
“Elbette.”
“Ne yani seni o mu gönderdi?”
“Kusursuz bir zekanız var bayım.” diyen karga kendi türüne özgü, duyanın kanını donduracak türden bir kahkaha attı.
“Peki ama, ne için geldin? Sohbet etmek, ya da benimle dalga geçmek için olmadığını varsayıyorum.”
“Tanrı’m... Bir kuşun vücudunda oturan benim, fakat bu kuşun beyninin nerede olduğunu artık merak etmiyorum. Karga metaforunu hiç mi duymadın be adam?”
“Anlamıyorum... sen ne...”
“Şu temiz yüzlü, takım elbiseler giyen yakışıklı mı olmalıydı? Yanlış hatırlamıyorsam filmini yapmışlardı, öyle değil mi? Ellerinden geleni yaptıklarını biliyorum, ama yine de gerçek yüzümü küçümsediklerini söylemeliyim...”
“Nasıl? Şekil de mi değiştiriyorsun?”
“Tanrı’m, hayır! Ben yalnızca tüm dünya dillerini konuşabilen bir kargayım.”
“Beni küçümsemekten vazgeç! Hergün oturma odamda bir kargayla sohbet etmiyorum!”
“Pekala, o halde son bir ipucu veriyorum. Ama bu kez de anlayamazsan gerçekten aptal olduğunu kabul etmem gerekecek.”
“Kuşların gerçekten de çeneleri düşük oluyormuş...”
“Kutsal ironi! Bu donuk cesetin espri anlayışı bile varmış. Hayret verici...”
“Kim, ya da ne olduğunu söyleyecek misin, söylemeyecek misin?”
“Tamam tamam, bu kadar işkence yeter. Zaten az sonra yüzünün alacağı yeni şekli de merak ediyordum. Orağım yanımda olmadığı için üzgünüm. Cüppe giymiş iskelete ne dersin?”
Karga sözlerini bir kahkahayla bitirir bitirmez, bir kaç saniye içerisinde bahsettiği cüppeli iskelet şekline büründü. Gördükleri ve duydukları neticesinde zavallı adamın yüzündeki renk attı, omuzları düştü ve gürültülü bir şekilde yutkundu.
“Sanırım bunun bir rüya olmasını dilerdin. Ama maalesef öyle değil. Büyük annelerinizin de söylediği gibi, ‘vakti gelen gidiyor’. Şu anda olan da bundan ibaret. Ben görmek istediğim ifadeyi gördüğüme göre, seni daha fazla korkutmayacağım. Lütfen gözlerini kapa, son anlarında kör olmak istemezsin.”
Meleğin sözleri daha sonlanmadan, adam gözlerini kapamıştı bile. Bir melekle konuşmuş olma fikri adamı içten içe gururlandırsa da, bu meleğin Azrail oluşu oturduğu yerde büyük çiviler varmışcasına rahatsız ediyordu. Gözleri hala kapalı olduğu halde odaya dolan, sırasıyla parlak sarı, pembe ve yeşil ışıkları fark etti.
“Bu ışıltılar yüzünden mi kör olacağımı düşündün?”
“Evet, ama bu tam anlamıyla bir düşünce sayılmazdı. Daha önce sözlerime kulak asmayan bazı meraklı kişileri de götürmem gerektiği oldu ve senin de takdir edeceğin üzere, sonuçlar pek iç açıcı değildi. Gidilecek uzun bir yol ve bu yolda görülecek çok şey var. Ama son dakikalarında körleşen kişilerin ruhları da yolda önlerini görmekte zorlanıyorlar, uzun bir müddet. Bütün insanlık için tek bir melek olmak yeterince zor değilmiş gibi, bir de yol tarifi yapmak işime gelmiyor.”
“Hemen mi gideceğiz?”
Diye soran adam, koltukta elinde kitapla uzanmış bedenini görünce cevabın ne olduğunu anlayarak ekledi,
“Sanırım hemen gideceğiz...”
Pencerenin önünde duran adama baktığında, bu defa gerçekten de bir melekle karşı karşıya gibi hissetti, az önce iliklerine dek duyduğu korku, şimdi yerini dramatik bir romantizme bırakmıştı. Etrafından rengarek ışıklar saçan, kusursuz görünüşlü yolculuk rehberinin yanına doğru ilerlerken, önünde duran kahve sehpasının içinden geçtiğini farketmeyecek kadar sarhoştu.

1 yorum:

Unknown dedi ki...

artefact - mart 2010 sayısında yayınlanan öykü..