Perşembe, Temmuz 10, 2008

Evinden Hiç Çıkmayan Adam

Penceresinin kırılmış camından dışarıda oynayan çocukları izliyordu. Yaşantısının büyük bir bölümünü bu pencerenin önünde, zamanla büyüyüp değişen çocukların oyunlarını izleyerek geçirmişti. Bütün çocuk oyunlarını biliyordu, hiç oynamamış olmasına karşın.
Dün sabaha kadar halinden pek de şikayetçi değildi aslında. Ama dün sabah yaşlı annesi pes etmişti, "Yeter artık!" demişti. "Bütün hayatımı sana adadım, anlıyor musun? Bunu anlayabiliyor musun?" diyerek, kapıdan çıkıp gitmişti. Hayır, anlamamıştı... hala anlamıyordu... anlayamıyordu. Dün akşam saatlerine kadar annesinin söylediklerini düşünüp durmuştu, en sonunda hiç bir şeyi doğru dürüst anlatmadığı ve geri gelmediği için annesine küsmeye karar vermişti. Gün dönüp de bu sabah olduğundaysa annesine küsmenin bir faydası olmadığını, çünkü bir daha asla gelmeyeceğini, onu sonsuza dek terk ettiğini anlamış ve kızmıştı... Yıllardır dışarıdaki çocuk oyunlarını izlediği penceresine bir yumruk atmıştı. Yo, hayır, isteyerek değil... kazayla olduğuna yemin bile edebilirdi, isterseniz.
Şimdi pencerede açtığı yeni hava deliğinden dışarıdaki çocuk oyunlarını izliyor ve bütün çocuklara kızıyordu, annesi onu henüz terk etmişken bu kadar mutlu olabildikleri için...
Derken, aşağıdaki kapıdan tıkırtılar geldiğini duydu ve heyecanla aşağıya koştu. Fakat kapının önüne kadar geldiğinde içeride kimsenin olmadığını fark etti, yalnızca girişte duran küçük telefon sehpası üzerine bir zarf bırakılmıştı. Zarfı eline aldığında üstünde kendi isminin yazdığını görmek onu pek de şaşırtmadı. Anlaşılan annesi onu aslında dün sabah değil, biraz evvel terk etmişti. Bunu anladığında gözleri doldu ve "Mektup bile yazmış! Bir veda mektubu!" diye bağırarak ağlamaya başladı bir anda.
Mektubu açıp, okumaya başlamadan önce düşüncelere daldı. Annesi bu sabah evde idiyse mutlaka camın kırıldığını duymuş olmalıydı, aksi düşünülemezdi. Peki ama neden gelmemişti yanına yaralanıp yaralanmadığına bakmak için? Evet, evet annesi ondan kesinlikle vaz geçmişti. İyi ama neden? Sonra belki de mektupta yazmıştır bunu diye düşündü, hatta belki de mektup sandığı gibi bir veda mektubu değildi, yalnızca alışverişe falan gideceğini yazdığı bir nottu... kimbilir... Bu düşüncelerin de verdiği heyecanla gülümseyerek mektubu açtı. Kağıdı düzeltmeye çalışırken oturma odasına geçip şişman koltuğa gömüldü ve okumaya başladı. Okudukça yüzündeki gülümseme yavaş yavaş, fakat aleni bir şekilde kaybolmuştu, derken gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Yazıları okuyabilmek için gözlerini ovuşturuyordu. Anladığından emin değildi yazılanları, ancak emin olduğu bir şey vardı. Annesi onu gerçekten de terk etmişti. Sonsuza dek gitmişti annesi. Biricik oğlunu bırakıp gitmişti.
Düşünceler aklında oradan oraya koştururken, birden koşup annesini yakalamak ve eve geri getirmek fikrine saplandı zihni. Ayağa fırladı ve kapıya koştu, kapının önünde bir an durakladı. Kapı ona olduğundan da büyük ve güçlü görünüyordu. Sanki dışarı bir çıkarsa bir daha içeri girmesine izin vermeyecek gibi, ya da tam çıkacağı sırada onu yakalayacak ve paramparça edekti. Ama Tanrı aşkına annesi mevzuubahisti! Birşey yapmak zorundaydı. Kapıya uzandı korkarak... Kapıyı açtığı gibi bir hamlede kendini dışarı attı, ama hala ardındaki kocaman kapıya bakıyordu uzanıp onu tekrar içeri çekmesini bekleyerek. Birkaç adım geriledikten sonra korkusu hafifledi ve gözlerini yola çevirip, etrafı taramaya başladı.
Yolun solunda elli, yüz metre kadar ileride annesi bir bankta oturmuş ağlıyordu. Annesinin kaçmasından korktuğu için hiç ses çıkarmadan banka doğru ilerlemeye başladı. Rüzgarın kendisine acı verdiğini farkettiğinde ilk defa eline doğru baktı ve derin bir yarık açıldığını, hatta yarığın içerisinde ufak bir cam parçası bile olduğunu görerek irkildi. Camı çıkarıp ileriye doğru fırlatırken elinden çıkan taze kanları gördüğündeyse bağırmamak için kendisini zorladı. Lanet olsun kan kaybından ölecekti! Üstelik annesi sesleri duymuştu, duymuş olmalıydı... bilirsiniz işte, onu orada yapayalnız ölüme terk etmişti annesi. Sinirle annesinin oturduğu banka doğru bir adım daha attı, ikinci adımında ayağında bir acı hissetti ve bu onu sakinleştirdi. Ayağına doğru baktığında bir şey göremedi, ama her yeni adımda canı daha fazla acıyordu. Derken ayağının ardında bıraktığı kırmızı, yarım ayak izini fark etti. Yere oturup ayağını kucağına yerleştirdiğindeyse az önce yere attığı cam parçasının ayağına saplanmış olduğunu gördü. Yeniden çıkardı camı vücudundan, ama bu kez ileriye değil ardına doğru attı cam parçasını öfkeyle. Doğrulmadan önce acısının geçip gitmesini umarak ayağını bir müddet ovuşturdu ve kalkıp yeniden yürümeye başladı.
Banka birkaç metre mesafe kalıncaya kadar yaklaştığında durdu ve oraya ulaştığında ne yapması, ne söylemesi gerektiğini düşünmeye başladı. Ama o daha hiç bir şey düşünemeden annesi kalkıp önünde bekleyen taksiye bindi ve kapıyı hızla kapadı. Kafasını kaldırıp az önce annesinin oturduğu banka doğru baktı, bank boştu. Annesi gerçekten de gitmişti, onu beklemeden. Taksinin motorundan sert bir gürültü çıktığında yola doğru hamle yaptı, önüne çıkıp arabayı durduracak, annesini arabadan indirecek ve birlikte mutlu bir şekilde evlerine döneceklerdi. Yolun ortasına gelip durdu. Arabanın ani freni sokakta derin bir çığlık gibi duyuldu ve araba yalpalayarak durdu.
Arka kapı ardına kadar açılmıştı şimdi ve anne kapıdan fırlayarak çıkmıştı. Birkaç adım ileride yerde yatan oğlunun yanına çöktü kadın ve inledi "Evden çıkmışsın...".

Hiç yorum yok: