Pazartesi, Kasım 04, 2013

Notum Geldi, Yazamadım...

Pist… Okuyucu n’aber lan? Oradasın değil mi? E iyi de neden cevap vermiyorsun insana, sığır mısın? Haa… duyamadın değil mi? Şu anı aynı günde yaşamadığımızı unutuyorum bazen, kusuruma bakma. Evet, evet onu da yazacağım. Ama şu anda değil.


Şimdi mi? Şimdi şeyi yazacağım ya. Öf iki dakika bekleyemiyor musun? Az sonra okuyacaksın işte. Bak asabiyet yaptırdın bana da durduk yere…
Neyse... Sakinim tamam.
Al!

Şu küçük not defterleri var ya, telli… hah! İşte onlara uyuz oluyorum ben. Çile yemin ederim. Hayır defter demeye de bin şahit ister, neredeyse elimden küçük (evet, küçük). Ya da benim ellerim kürek gibi, bilemedim. O kadar uyuz oluyorsan neden alıyorsun dediğini duyar gibiyim okuyucu… Sorma… her çantaya sığsın, her an yanımda taşıyabileyim istedim, halt ettim. Yemin ederim, halt ettim. Ha, bu bitince yenisini alacağım muhakkak… ama bu kez telleri sayfaların üst kısmında olanlardan alacağım, kesin bak. Eminim bundan. Cep telefonu mu? Yok, olmaz o. Telefon sevmiyorum ben zaten oğlum, bir de not almak için (yani en sevdiğim işin ilk taslağı için) kullanamam o iğrenç şeyi. Artı, el yazısı candır. Bu da böyle biline…


Oha! Çok sevdiğim bir şarkı çaldı, kafam karıştı. Dur, bitince gelip devam edeceğim… Şu romantik ibişi göndermem lazım. Yoksa, hiç hoş olmayacak.


Aha geldim. Neredeyiz? Not… Tamam.
Ben yazar olmaya karar verdiğimde hiç taslak yazmazdım okuyucu, biliyor muydun bunu? Nereden bileceksin ibiş… daha yeni tanıştık sayılır. Yazdığım öykü kusursuz oluncaya dek başında oturur uğraşırdım. Sonra roman yazmaya başladım ve olanlar oldu. Yaptığım işi takip edemez hale geldim…
Sonra bir gün “Not almıyor musun? Almalısın… Bütün yazarlar alır.” dedi hıyarın teki, etkilendim. O aptaldan hep etkilenirdim zaten. Hep bir şekilde aklıma girerdi. Hayır, onun hakkında yazmayacağım. Prim kazandırmak istemiyorum o öküze. Neyse, not al dedi bana ve aklıma yattı. Ama gel gör ki, bugün o deftere not almak için cebelleşirken ve hali hazırda çirkin olan yazımın aldığı şekli de görünce diyorum ki; onun ben ağzına sıçayım. Bok vardı soktu kafama bu fikri… Hayır ne yazmayı becerebildim (hiç ergonomik değiller arkadaşım, sakın almayın o defterlerden… valla bak) , ne de yazdığım okunuyor… Bir de işin kötüsü bu geri zekâlı defterlerin ilkini de onda görmüştüm. Hayır, hayır. Yazar değildi. Bir yerlerde gördüğü –ya da duyduğu- ve hoşuna giden sözleri yazardı oraya, ileride birilerine mesaj filan olarak atmak için. Defterinin yarısı benim şiirlerimle doluydu mesela, ama gurur duyamıyorum. E çünkü hıyarın teki işte. O beğendiyse kesin kötüdür.
Ve evet, ben de vakti zamanında ondan bu kadar etkilendiğime göre : ben de hıyarın tekiyim… mişim… dim… hmm. Geçmiş? Evet evet geçmiş zaman. Doğrusu bu. Canımı sıkma benim okuyucu geçti işte, fark ettiğim anda geçti gitti. Allah Allah ya!

Dur ama dur… ben en yakın zamanda not defterimi değiştireyim. Yo, hayır şimdi olmaz. Önce bitsin. Çöpe mi atayım okuyucu?


Kağıt? Ağaç? Yazık…?

Hiç yorum yok: