Gece gece aklıma sufle
düştü yine… zaman zaman efkarlanırım sufle hususunda. Bu sefer de diğerlerinden
çok farklı değil. Gerçi mesele sufleyle de alakalı değil haa… “Şöyle süpersonik
bir tatlı olsa da yesek.” kafaları işte.
Öte yandan “süpersonik”
sıfatını da aşağı yukarı tüm tatlılar için kullanabilirim, pek seçici değilim
bu konuda sanırım. İyi yapılmış olsun yeter. Hatta ne kadar ağır, o kadar iyi
bence. “Ay… içim bayıldı tatlıdan.” cümlesini en son duyacağın insanlardan biri
de olabilirim. Hoş, hiç duymama olasılığın çok daha yüksek ama yine de onu öyle
yazmazsam (söylemezsem) kesin başıma geleceği paranoyası yaşadığımdan öyle
yazmam gerekti. Tatlıdan asla içim bayılsın istemiyorum okuyucu, anlıyor musun?
Anlayabiliyor musun bunu?
Aferin.
Oturdum, bir ton çikolata
yedim… kesti mi? Tabii ki kesmedi. Ama yapmaya üşeniyorum, bu saatte alacak bir
yer bulmam da mümkün değil. Yahu madem saat o denli geç oldu, yat zıbar… yarın
bakarsın. Ya da olur ya uyuyunca geçer… sanıyorsun ya, geçmiyor lan okuyucu.
Yeyip bir “Ohh…” demeden geçmiyor canına yandığımının tatlı krizi…
Neyse uzatmayacağım bu
mevzuyu, zira yazdıkça azıyorum. Az sonra kesmeşeker filan kemirmeye başlamamak
için yazıyı tadında bırakıp, başka diyarlara yelken açmam icap eder.
Tatlısız kalmayasın
okuyucu…
Öptüm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder